Sınırı Görmek/Geçmek
Orman gibi sonsuzluk çağrıştıran şehir parkları, denizle kucaklaşan uzun
kumsalları , yoğun ıhlamur kokusu ile dopdolu caddeleri ve martılarıyla bir Karadeniz kenti Varna ...
Yeşillikler arasında yapılan yolculuk sonrası, sabahın erken saatlerinde, limanın üzerinden geçerek ulaşıyoruz, yüzü doğuya dönük, yamaca yaslı, yeşiller içindeki liman şehri Varna’ya.
Varna’da, bugün ile geçmiş arasındaki bağ; parklardaki yaşlı ağaçlar ve uçsuz bucaksız, sayısız tekrarlı binalar. Parklar bugün de insanlar için umut ve güç verecek görkemde; koruyan, dinlendiren, sakin ve doğal; herşeyi yutan sakinleştiren, yenileyen... Yapılar; dünden bugüne yorulmuş, umutsuz ve yaşamdan kopmuş haliyle ayakta ve tekrar hayata katılmak için bekleyiş içinde... Boyutları insan ölçeğini çoktan aşmış sayısız çirkin yapı, yeşilliklerin arasında yitip gidiyor, ağaçların sayesinde gizlenmeyi başarıyor. Sokaklardaki yoğun kokuların ıhlamur ağaçlarından geldiğini keşfetmek çok uzun sürmüyor, parklar, caddeler ıhlamur ağaçlarıyla bezenmiş, bezemişler.
Katedralin de bulunduğu eski yerleşim alanı; günün her anında yoğun. Az katlı, az bakımlı, yine de döneminin özelliklerini bugüne taşıyabilen, az müdahale görmüş yapılarla çevrili. Sanki bu yapılardan kurtulamayışın simgesi gibi bütün kent, tek kişilik, derme çatma, belirsiz, kimliksiz hücre dizileriyle çevrelenmiş. Getirdiği tek şey, eskinin içinde olmamayı başarmak gibi... Gar binası; limanla içiçe, İstanbul Sirkeci gar binasını andıran, yolculukların heyecanını hissettirmeyen, kıyıda unutulmuş gibi. Eski bir konaktan dönüştürülmüş mimar evini ziyaret ediyoruz, bizlere yansıyan gerçek bir ev olduğu...
İzler; yeşil, martılar, ıhlamur, deniz...